Her yıl 10 Kasım sabahı, siren sesleriyle birlikte Türkiye birkaç dakikalığına susar. O sessizlikte milyonlarca insan saygı duruşuna geçer. Ancak bugün artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Biz o sessizliği gerçekten anlamla mı dolduruyoruz, yoksa bir ritüeli mi tekrarlıyoruz?
Mustafa Kemal Atatürk’ün ardından geçen 87 yıl, bir yönüyle Cumhuriyet’in ayakta kalma mücadelesi, diğer yönüyle de onun devrimlerinin içinin boşaltılma süreci oldu.
Bugün Atatürk’ün adı her köşede, her kürsüde geçiyor; ama onun en çok önemsediği kavramlar — akıl, bilim, özgürlük, laiklik, liyakat — her geçen yıl biraz daha geriye itiliyor.
Siyaset sahnesinde “Atatürk’ün askeriyiz” diyenlerin bir kısmı, aynı zamanda onun laiklik anlayışını törpülüyor.
“Cumhuriyetçi” olduğunu söyleyenler, halkın iradesini sadece kendi siyasi çıkarına göre yorumluyor.
Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle çizdiği barışçı dış politika anlayışı, yerini kutuplaşma ve iç gerilimlere bıraktı.
Bugün ülke yönetiminde kurumsal devlet aklının yerini kişisel sadakat kültürü aldı.
Eğitim, bilimin değil ideolojinin şekillendirdiği bir yapıya dönüştü.
Yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü gibi Cumhuriyet’in temel direkleri ise giderek zayıflıyor.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, halkı kulluktan yurttaşlığa yükseltmişti.
Oysa bugün siyaset, yeniden bireyleri kutuplara, kimliklere, aidiyetlere sıkıştırarak “yurttaş” bilincini unutturuyor.
Atatürk’ün hedeflediği çağdaş toplum modeli, artık yalnızca ders kitaplarında bir paragraf olarak kalıyor.
10 Kasım, sadece bir anma değil, bir hesap günü olmalı:
Bir ülkenin liderine değil, onun bıraktığı mirasa nasıl ihanet ettiğimizi düşünme günü.
Atatürk’ü her yıl aynı kelimelerle övüp, ertesi gün onun ilkelerini hiçe saymak artık ikiyüzlülüğe dönüştü.
Atatürkçülük, slogan değil; adaletli, özgür, çağdaş bir ülke kurma iradesidir.
Ve o irade, bugün her zamankinden daha fazla siyasi cesaret istiyor.
10 Kasım’da duran sadece zaman değil, vicdanlarımızdır.
O vicdanı yeniden uyandırmak, artık her vatandaşın en büyük görevidir.
“Gerçek Atatürkçülük, susmak değil; doğruyu söyleme cesaretidir.”
